Tarih bilmeyenler ya da sadece zaferlerden ibaret bir tarihle eğitilenlerin kendilerini çaresiz hissetmesi çokta anormal gelmiyor. Hoş içinde bulunduğumuz zaman da çok makul bir zaman değil. İkisi birleşince Voltran etkisi yaşamamız da çok da anormal değil. Böylesi zamanlarda benim şahsıma has bir kaçış yöntemim var. İnsanlık tarihini 100 yıllık periyotlara bölüp öyle değerlendirmeye çalışıyorum. Aklımca 9 ileri 1 geri diye diye 1000 yıllık süreç olarak değerlendirmeye çalışıyorum. Böylece günü birlik, haftalık, aylık ve yıllık toplumsal travmaları atlatmaya, kendimi avutmaya çalışıyorum. 100 yıllık periyotları da 80 iler, 20 geri diye kurguluyorum. 20 yıllık gerilemeye denk gelişimizi ise tamamen şansızlığımıza bağlıyorum. Hoş son dönemde bu süreç biraz daha uzamış olabilir ancak ne kadar uzarsa uzasın insanlık olarak illa bir yolunu bulacağımıza ve birikmiş dertlerimize bir çare bulacağımıza inanıyorum. Umut işte fakirin ekmeği… Her karanlık gecenin bir sabahı var. O sabah ne zaman gelir kestirmek zor… Çocukken biz zoru severiz, naraları atan çenemizin yayı çıkaydı da bugünleri görmeseydik… Neyse velhasıl kelam buradayız. Meşhur Kartacalı Hannibal’ın bir sözünü hatırlatayım.
“Ya yeni bir yol bulacağız, ya yeni bir yol yapacağız.” – Kartacalı Hannibal
Bizler de bu ahir zamandan bir kaçış yolu bulacağız, ama bu kaçışa kadar pestilimiz çıkacak gibi, hoş pestili çıkmayan kaldıysa öncelikle tebrik etmek lazım. Çünkü çoğumuzun pestili çıktı ve çoğumuz kirlendik. Etrafta bu kadar bok varken temiz kalabilmek ayrı bir yetenek… Ben şahsen bu bok çukurunda temiz kalmayı başaranları bok çukurunda açan çiçeklere benzetiyorum. Bu kadar pisliğe, bu kadar adaletsizliğe, bu kadar zulmün yanında kirlenmeden durabilmek yetenek ister. Öte yandan bunun bir de bedeli var. Öyle ben yetenekliyim demekle iş bitmiyor. İçinde bulunduğumuz sistem nefes alabilmemiz için bizi başkalarının sırtına çıkmaya mecbur kılıyor. Gram vicdanınız varsa bunu yapamazsınız. Yapamazsanız da sırtınızda tepinenleri görü verirsiniz. Bize dayatılan sistem tam anlamıyla böyle, ezeceksiniz ya da ezileceksiniz. Sırf gözümüzü açmayalım diye gözümüzü dünyaya açtığımız günden itibaren bize dayatılan bu… Tertemiz günahsız bebeklerden katiller, zalimler yaratan sistemin tam ortasındayız. Bunu fark ettiğimden beri isimlerle, şahıslarla savaşın bir anlamının olmadığını fark ettim. Bunun farkına varmamı sağlayan kişi ise Hrant Dink’in eşi Rakel Dink oldu. Buradan kendisine teşekkür etmek istiyorum. Eşi öldürüldüğünde şu cümleyi kurmuştu: “Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim.” Bu cümleyi 17 yıl önce kurmuştu ve o zaman ilk etapta kabullenemedim. Nasıl olur da eşi daha toprağa kavuşmamışken bu cümleyi kurabiliyordu? Öfkeli olmalıydı katile karşı ama değildi, onun öfkesi başka bir şeyeydi. Ne demek istediğini sonradan anladım ve o günden bu güne isimlere, şahıslara takılmamaya özen gösterdim. Ne zaman isimlere, ne zaman şahıslara takılsam öfkeleniyor ve çaresizliğe kapılıyordum. Takılıp kalıyordum. Bizim mücadelemiz karanlığa, cehalete karşı olmalıydı. Karanlık ve cehaleti yenebilirsek yeni katiller, yeni zalimler yaratan sistemi kökünden kazıyabiliriz.
